24 Temmuz 2008 Perşembe

21 Temmuz 2008 Pazartesi


Sabah uyanınca tabi ki kurmuş olduğumuz çadır gece ki kadar insanlardan korunaklı ve gizli olmuyor. Sabah bizi goren 2-3 tonton kişinin bizim bu hareketimizi sempatik bulması ve gülümsemesi ayrıca bizi mutlu etti. Tekrar vadide yola koyulduk. Geneli çıkıs olan yolculuğumuz sağımızdaki ve solumuzdaki dağların giderek yükselmesi ve bizi çevrelemesiyle devam ediyor. Ve en sonunda Avrupa'nın en yüksek zirvesi olan Mont Blanc'ı goruyoruz.
Tam "saat daha erken, biraz daha binelim" derken harika bir kamp yeri buluyoruz!! 
1909'da yapılmış gürül gürül akan bir nehrin üzerindeki kullanılmayan ve gözlerden uzak bir köprü…

Köprünün üzerine yerleşmek için ufak 10 metrelik bir orman patikasını geçmemiz gerekiyor. ( hic sorun değil :) köprü taştan olmasına rağmen çadır kuracak yer bulmak için zorlanıyoruz. Nedeni ise bu eski köprünün taşlarından zemininden fışkıran yüzlerce bitki, ağaç ve yosun :) 
Altımızda gürül gürül akan bir nehir ve karşımızda en yuksek zirve ve aksam yemeği yapılmaya başlanıyor… güneş yavaş yavaş dağların arkasına geçiyor ve birden buz gibi bir hava. İşte o an birbirimize bakıp iyi ki durmuşuz diyoruz. Hava çoook soğuk… 
Ve gitgide daha da soğudu. 
Ve yedik.
Ve uyuduk.
Biraz da üşüdük… 

1 yorum:

Aslı dedi ki...

ne kadar guzel bir yerde kalmissiniz.. orada olmayi istedimm. :)