24 Temmuz 2008 Perşembe

22 Temmuz 2008 Salı

Sabah, akşamdan aldığımız ders sonucu ( dağda güneş yoksa hava soğuk olur ) öğlen saatine kadar bekliyoruz.  Sabah nehirde elimizi yüzümüzü yıkamayı hayal ederken yemek kabımızı bile soğuk su yüzünden yıkayamadık:) 

Bizim bu hareketimize karşılık 30 dakika sonra 6-7 yaşından başlayan ve onlarca gencin oluşturduğu gruplar köprümüzün altından rafting yapmaya başladılar, harikaydı. Normalde iki yetişkinin yan yana oturduğu yere bu gençler 4 kişi sığıyorlardı vs vs … 

Daha sonra öğlen güneş tepedeyken yola koyulduk. Yol büyüleyici bir hal aldı. Etrafımızda biblo gibi evler,  kartpostal gibi manzaralar derken bir baktık ki fotoğraf çekmekten pedal çeviremiyoruz ve güneşin sıcağı bizi etkiliyor. 

Hemen hızla toplandık yokuşları çıkmaya başladık. Tek bir inişin olmadığı bu yol etrafın güzelliği sayesinde oldukça eğlenceli geçti. İrtifa arttıkça hava ve özellikle gölgedeki sıcaklık çok düştü. 10 derecenin altına düşen sıcaklıklarda hemen İzlanda için getirdiğimiz uzun kolluklarımızı rüzgar  geçirmez kıyafetlerimizi giyindik. Tam bitti dediğimiz vakitlerde yeni bir tepenin ve tırmanışın olması bizi biraz yıpratır gibi oldu. 

Tam bu sırada yolun kenarında gördüğümüz karlar bizi kendimize getirdi:) Temmuz ayının sonunda karların arasında bisiklete biniyorduk, üşüyorduk. 

Ve tam o sırada Saint Bernard (bilindiği gibi can kurtaran bir köpek türüdür) köyüne ulaştık… Ve canımızı kurtacak iki maket köpek dışında bir köpek göremedik… 


KOCAMAN motivasyon arttırıcı çikolata ile enerji depolayıp… Fransa sınırına adım attık…

Sınır sadece 2 adet bayrağın yan yana durmasından ve Avrupa Birliği sembolünün altında "France" yazan bir tabeladan ibaretti …

İşte güzel iniş zamanı. Pedal çevirmeden 30 km ve buz gibi sogukta daha da giyindik… Dağların dibine indik ve yine sıcak hava … 

Arkamıza baktığımızda "nereden nereye" dedik ve gülümsedik… Artık Alp Dağları arkamızda kalmıştı ve biz FRANSA'daydık… bakalım bu akşam nerde yatacağız? 

21 Temmuz 2008 Pazartesi


Sabah uyanınca tabi ki kurmuş olduğumuz çadır gece ki kadar insanlardan korunaklı ve gizli olmuyor. Sabah bizi goren 2-3 tonton kişinin bizim bu hareketimizi sempatik bulması ve gülümsemesi ayrıca bizi mutlu etti. Tekrar vadide yola koyulduk. Geneli çıkıs olan yolculuğumuz sağımızdaki ve solumuzdaki dağların giderek yükselmesi ve bizi çevrelemesiyle devam ediyor. Ve en sonunda Avrupa'nın en yüksek zirvesi olan Mont Blanc'ı goruyoruz.
Tam "saat daha erken, biraz daha binelim" derken harika bir kamp yeri buluyoruz!! 
1909'da yapılmış gürül gürül akan bir nehrin üzerindeki kullanılmayan ve gözlerden uzak bir köprü…

Köprünün üzerine yerleşmek için ufak 10 metrelik bir orman patikasını geçmemiz gerekiyor. ( hic sorun değil :) köprü taştan olmasına rağmen çadır kuracak yer bulmak için zorlanıyoruz. Nedeni ise bu eski köprünün taşlarından zemininden fışkıran yüzlerce bitki, ağaç ve yosun :) 
Altımızda gürül gürül akan bir nehir ve karşımızda en yuksek zirve ve aksam yemeği yapılmaya başlanıyor… güneş yavaş yavaş dağların arkasına geçiyor ve birden buz gibi bir hava. İşte o an birbirimize bakıp iyi ki durmuşuz diyoruz. Hava çoook soğuk… 
Ve gitgide daha da soğudu. 
Ve yedik.
Ve uyuduk.
Biraz da üşüdük… 

20 Temmuz 2008 Pazar

Eee o kadar kısa sürede o kadar uzun bisikete binince biraz tembellik yaptık… Çadır yeri uygun olunca çok erken kalkmak için pek neden olmuyor…Sabah bir parkta kahvaltı yaparken yine yaşlı bir İtalyan dede ile iletişim kurmaya çalıştık… ama sanırım beceremedik. Daha önce bahsettiğimiz gibi Avrupa'da aynı yöne giden yol sayısı ve seçenekleri çok fazla ve biz genel olarak daha az taşıt olan yollada binmeyi tercih ediyoruz Tabi bunun da dezavantajları oluyor. Daha dik yokuşlar, daha dolambaçlı bozuk yollar, ama bir kere o dik yokuşları çıkabildiniz mi manzara olsun, yolun keyfi olsun size bütün ağrılarınızı unutturuyor. Yine böyle bir yolda zar zor çıkıp arkasından keyifle, hızlıca güzel kokular arasında  inişler yaparken Murat'ın tekeri patlıyor ve 10 dakika mola…
Teker tamir edilirken herhangi bir maddenin saplanması sonucu değil hızla giden Murat'ın hızla dururken jantın ısınması ve ısınan jantın iç lastiğinin daha önce tamir olan yerini eritmesi sonucu olduğunu fark ettik. Ve iniş bitti yağmur çiselemeye başladı. Biz Aosta vadisinde ve vadiyi koruyan biribinden güzel gözetleme kulesi ve kalelerin arasında sürüşümüze devam ettik. Yağmurun artmasıyla oldukça güzel bir yere tekrar çadırımızı kurduk. Ve aksam yemeği ve mutluluk ve uyku... Zzzzz...

19 Temmuz 2008 Cumartesi


Ve ayrılık vakti... Sabah 10 gibi son hazırlıklarımızı yapmak üzere uyandık. Sabah kalktığımızda farkettik ki biz böyle 2 gün daha geçirirsek bi daha yola çıkamayacağız ve bu tur böyle geçecek . Barbara (İtalyan arkadaşımız ) bize bütün yorgunluğumuzu unutturdu. Ve bize yolluk hazırlayıp öyle uğurladı… Bisiklet sürmeye başladığımızda ikimizin farkına vardığı ortak şey tura başladığımız ilk günden çok daha güçlü diri ve mutluyduk ki  yola saat 1'de de cıkmamıza ragmen 110 km yol gidebildik. Akşam yine uygun güzel bir ağaç dibinde çadırımıza yer bulduk. Sivrisinek saldırsından çadırımızın içine kaçarak kurtulduk.   


18 Temmuz 2008 Cuma

Yine rahat yatağın verdiği konforla uzun uzun uyurken evin kedisi(ismi Tekir) tarafından tırmalanıp uyandırıldık. Akşam arkadaşımızın eve gelmesi ve bizi COMO gölü kıyısındaki ve onun önerisi ile gerçek İtalyan pizzasını en iyi yapan NAPOLİ ( ki ona göre bütün yemekleri çok güzel olan bir şehir) pizzasını tadabileceğimiz güzel mütevazi bir pizzacıya gittik… yedik içtik eğlendik ve bisiklete binmeden de yorulmayı becerdik. 

17 Temmuz 2008 Perşembe

Ve uyandık …Öğlen 12'de kalkıp günü başlatmak ne kadar ilginçmiş. Bugün bisiklete binmediğimiz için günümüz oldukça yavaş ve durgun geçmekte. Günlüğümüz ve fotoğraflarımızı blog için hazırlarken bir yandan da evin bütün imkanlarını kullanıp elektronik donanımızı şarj ettik. Ev sahibi arkadaşımız bize Türk konukseverliğini İtalyan tarzında gösterdi. Yıllardır Türkiye'de tatil yapan ve ülkemizi çok seven bu arkadaşımız dilleri ısırtacak yemekler hazırladı ve bize sohbetlerimiz esnasında ülkesi hakkında ufak ufak bilgiler verdi. Nerede ne yenir nerelerdeki insanlar nasil yapıdadır vs vs… Sonuç güldük eğlendik ve oldukça rahat bir yatakta uyuduk…

18 Temmuz 2008 Cuma

16 Temmuz 2008 Çarşamba


Sabah uyandığımızda sümüklü böcekler tarafından kuşatıldığımızı farkettik ve hemen sümüklü böcek operasyonu yaparak pedal basmaya başladık.

Ekmeğimizi aldıktan sonra kahvaltımızı yaptık. Bugün Como’daki arkadasımızda kalacagımız için sadece 60km yapmayı planladık. Onun için de molalarımız daha uzun oluyor. Kahvaltı sonrasında Alp'lerin eteklerinde pedal basmaya devam ettik. Bazı zirvelerde kar görüyoruz gibi geliyor. Öğlen molası için yolun kenarında Alpler manzaralı bir çocuk parkında durduk.

Ve tam yemek yapmak için tenceremizi çıkarttığımızda farkettik ki sabah yaptığımız sümüklü böcek operasyonu çok da başarılı olamamış.
Como’ya vardığımızda henüz mesai saatindeydik ve arkadaşımız işyerindeydi. Bize anahtarını verdi ve sonrasında komşuları polisi aramasın diye telefon açtı. Evi bulup hemen kendimizi duşa attık ve üzerimizden akan sarımsı sularla şaşırdık :)
Akşam yemeğimiz alışmadığımız şekilde mozzerallo buffalo,ton balıklı minik biber dolması ve patlıcanlı arkadasımızın kesfettigi özel bir yemekle yaptık. Bu arada evinde misafir oldugumuz arkadasımız tam bir Türkiye hayranı. Gelecek Nisan ayında işinden ayrılıp Türkiye'ye yerlesmek istiyor. Dolabında Türkiye'den alınmıs kahve bile mevcut :)

15 Temmuz 2008 Salı

Güne, gece tulumlarımızın yanına koyduğumuz "Biz İzlanda'ya Gidiyoruz" yazısının nereye gitmiş olacağını düşünerek başladık. Sabah güneşiyle sadece yanan kollarımız ve bacaklarımızın değil sırtımızın da güneş görmesinin iyi bir fikir olduğunu düşünerek biraz güneşlendik.

Yola çıktıktan sonra bir de baktık Brescia’da herşeyin yasak olduğu bir parkın komşu duvarındayız ve yemek yapıyoruz. Daha sonra Como tabelalarının peşinden bir yoldan diğerine girdik.


Yolda ilk defa gerçekten yokuş sayılabilecek yollarla karşılaştık. Bu arada İtalya’da bir noktadan diğerine çok fazla yol alternatifi var. Hangisinin uygun olduğunu bulabilmek için gerçekten detaylı bir haritaya ihtiyaç duyuluyor. Biz de bugünü keyif derecesi yüksek ama Gps'imizdeki haritada gözükmediği için sürekli yarım daireler çizerek geçirdik. Polisin akşamüstü bizimle karşılaştığı otobanımsı yolda ise düşük hızımızdan ötürü yan yola yönlendirildik ve gerçekten polislerin eskortuyla yan yola yani sevdiğimiz yol tipine kavuşabildik. Kamp yapacak uygun bir yer bulamadığımız için gece de biraz bisiklete bindikten ve bu sırada Türkiye'dekilerle benzer ucuzlukta bir internet kafede sadece 15 dakika geçirebildikten sonra yolumuza devam ettik. Çadırımızı kurduğumuzda 120km yol yapmış ve saati 22:30 etmiştik.

14 Temmuz 2008 Pazartesi


Sabaha tarlalarına çalışmaya bisikletleriyle gelmiş İtalyan çiftçilerle selamlaşarak başlıyoruz. Ostiglia’ya ulaştığımızda havadaki bulutlar yağmurun habercisi ve ilk defa t-shirterimizle üşüyoruz. Market aışverişi sırasında dışarıda bisikletlere göz kulak olan Murat haliyle ıslanıyor biraz.

Ostiglia’dan sonra çok fazla kamyonun yollarda olduğu ama bütün kamyoncuların biz bisikletlileri bir taşıt olarak gördüğü ve uygun yer olana kadar bizim arkamızda bizimle birlikte gidip ondan sonra solladıkları yolla Montava’ya varıyoruz ve Montava’dan sonra daha da çok kamyon bize eşlik ediyor. Sürüş güvenliği açısından bir problem olmasa da sırf kamyonların motor gürültüsü bile bizi rahatsız ediyor ve sonunda sapa bir yol bulup derin bir nefes alıyoruz. Bu sapa köy yollarının sonunda Lago di Gardo’ya yani Gardo Gölü'ne varıyoruz.

Kamp alanına arka kapısından girdiğimiz icin bize en uygun gelen yere çadırımızı kurduktan ve yemeğimiz yedikten sonra gelen karavan sahibinden bu alanın paralı olduğunu öğreniyoruz. Biz de gölün kıyısında gün batımı manzaralı bankımıza yerleşiyor ve havanın kararmasıyla çadırımızı kurmadan uyku tulumlarımızda uykuya dalıveriyoruz. Rüyalarımızda ise gün boyunca geçtiğimiz 110km yi görmüş olsak gerek:)

13 Temmuz 2008 Pazar



Sabah uyandığımızda farkettiğimiz ilk şey günlerden Pazar olması ve ekmek almayı Cumartesi günü unutttuğumuzdu. Yolda gördüğümüz ilk telefon kulübesinden Türkiye'deki ailelerimize telefon ettikten sonra kalan son ekmeklerimizle kahvaltımızı yaptık.


Öğlen yemeğinden sonra Ferrara’ya vardık. Neredeyse ufacık kasabalarda bile halen korunmakta olan eski şehir merkezi Ferrara’da inanılmaz güzellikte. Çok geçmeden yeniden meyve bahçelerinin arasındaki yollardayız tabii ki sık molalar eşliğinde. Gördüğümüz meyveler yolculuk sırasında çok fazla enerji ve mutluluk veriyor bize.



Yolda samanları spiral şekilde toplanmış onlarca tarladan birinde durup fotoğraf çektik. Öğlen yemeği için bu sefer bulduğumuz nokta ise Avrupa'da cok yoğun şekilde dolaşan karavanlar için hazırlanmış bir ikmal noktası.



Yol boyunca bize eşlik eden ve İtalya’nın en uzun nehri olan Po'nun suyunun çok da içilebilir olmadığını öğrendik ve maalesef bunu Murat benzinlikteki bir çeşmeden su doldurup biraz da olsa içtikten ve sonrasında ‘’bu suyun tadı biraz garip’’ dedikten sonra yanımıza gelen benzincinin ‘not to drink’ ‘not to drink’ demesiyle anladık.
Bu günün sonunda tarlaların arasındaki çocuk parkına yerleştiğimizde km saatimizde 106 km yazıyordu.


12 Temmuz 2008 Cumartesi



Sabah çadır kurduğumuz sahilde bir bakıyoruz etrafımız bizim gibi çadır kuranlar tarafından doldurulmuş. Bu arada ‘’acaba gelgitten dolayı deniz yükselecek mi yoksa çekilecek mi?’’ sorumuza denizin çekilmiş olmasıyla cevap buluyoruz.


Sahil şeridinden bisiklet yollarını kullanarak keyifli keyifli epeyce bir yol aldık ve hem market alışverişimiz yapmak için hem de kahvaltı vakti geldiğinden mola verdik. Molamız sırasıda 84 yaşındaki İtalyan dedeyle yarım İngilizce yarım İtalyanca yarım da vucüt diliyle anlaşıp hoş vakit geçirdik. Bizi yemeğe davet ettiğini düşünsek de kahvaltımızı yeni yaptığımız ve bulutlu olan hava bisiklete binmek için uygun olduğundan nazikçe teklifini reddedtik. Pedal bastıkça araba plakalarının değiştiğini farkettik daha sonra gps'imizden kontrol edince bir de baktık ki SAN MARINO sınırlarındayız artık..Sınırların olmadığı dünya hayali bir kez daha canlanıyor kafamızda…Fakat gün içinde beklemediğimiz bir olay gerceklesiyor ve Murat’ın ön lastiği patlıyor. Bisikletin lastiğini tamir ettikten sadece 10 dakika sonra yeniden yolardayız ..Ama ikinci tamir ve ardından değiştirdiğimiz yama setiyle üçüncü tamir çabamız sonuç veriyor ve günü 112 km yol yaptıktan sonra büyük bir hipermarketin kocaman bahcesinde çadırımıza bulduğumuz kuytu bir köşede sonlandırıyoruz.


14 Temmuz 2008 Pazartesi

11 Temmuz 2008 Cuma

Ve sabah feribotta uyanıp eksiklerimizi tamamlayıp kıyafetlerimizi yıkayıp... Feribotun öglen İtalya saatiyle 2'de limana varmasını bekledik. Bu 20 saatlik yolculuktan sonra yine ilk günkü kadar temiz ve yenilenmiş durumdaydık.

Ancona'da öglen vakti ilk işimiz bir market bulup öğle yemeğimiz için gerekli yiyecekleri almaktı. Marketi bulduk. Pahalı ararken ucuza bulduk, sevindik mutlu olduk ... Yedik doyduk dinlendik ve yola koyulduk. İtalya'ya ayak basmamızla etrafımızdaki yapılar ve insanlar çok değişti. Yunanistan biraz daha ülkemize benzerken İtalya'da bizi karşılayan tarihi dokular, bisiklete binen yüzlerce insan, aradığınız herşeyi bulabilceğiniz marketler yolculuğumuzu çok keyifli bir hale getirdi. Marketlerdeki fiyatlar Yunanistan'dan bile düşük olması bizi oldukça şaşırtan diğer bir noktaydı. Akşam vakti o günkü hedefimiz olan Fona kasabasına ulaştıktan sonra biraz daha ilerleyip uygun kamp yapacak alan aradık tam bu sırada bizim için ayrılmış yumuşacık kumu olan serin bir sahil bizi bekliyordu. Deniz kenarındaki bu kampın ardından kilometremize baktığımızda 65 km yol yapmış olduğumuzu farkettik . Bu hızla gidersek biz 3 ay dolmadan 1 ayda bitireceğiz sanki...


10 Temmuz 2008 Perşembe

Sabah güneşin yüzümüze vurmasına izin vermeden saat 6 sularında ufak bir atıştırma yapıp yola çıktık. Tam yine sıkıcı ve bunaltıcı (bütün araçlar hızlı biz yavaş ) otobana çıkmışken Yunan polisi tarafından uyarılıp sahil kenarına yönlendirildik. Ve işte o anda gerçekten tur çok keyifli olmaya başladı. Sakin ve bisiklete saygılı insanların bisiklete gerçekten bir taşıtmış gibi davranması ile gözlerimizden boncuk boncuk dükülen gözyaşlarımıza ter süsü verip yolumuza devam ettik. Gün başında İtalya'ya geçiş yapacağımız Patras Limanı'na varamayacağımızı konuşmamıza rağmen bi baktık ki Patras'tayız...oldukça hızlı ve keyifli bir yolculuktu özellikle buz gibi ve güzel tatlı suyu olan köy çeşmesini bulmamız kavunumuzu burda soğutmamız güzelliklerden sadece birkaçı idi.

Patras Limanı'na 1700 de varmamızla İtalya'ya giden feribotlara ve varış saatlerine baktık. İkimiz de gereksiz yere vakit kaybetmek istemiyorduk. Rotamızda ufak bi değişiklik yaparak İtalya'nın Ancona limanına gitmeye karar verdik ve böylese bir gün boş yere beklemektense hemen İtalya'ya doğru yola çıktık. Sadece yarım saat sonra yeni geminin güvertesindeydik. Havuz başına yakın oturup duş aldık güneşlendik eğlendik ve mutluyduk... Ve yine akşam yine gece yine güverte yine temiz hava yine esintili bir yolculuk. Gün sonunda kilometre saatimiz 123 km yol yaptığımızı gösteriyordu.



9 Temmuz 2008 Çarşamba

10 saat feribot güvertesinde bol temiz havalı ve esintili yolculuğun ardından Pireus Limanı'na vardık. Hiç vakit kaybetmeden bisikletlerimizi hazırlayıp hemen yola koyulduk... Feribot limanına sanayi bölgesinde olması ve sabah trafiği sebebiyle keyifsiz bir 90 dk lık bisiklet sürüşü yaptık. Sonunda uygun bir çimenlik görüp sabah kahvaltımızı yapabildik. İncir ve üzüm kurularından destek alarak ve etraftaki esnaflardan ( oto tamircisi ) su ikmali yaparak ( Yunanistan'da suların tadı çok kötü ... şişe ile satılanlar dahil ) enerjimizi aldık ve tekrar pedal basmaya başladık. Bildiğimiz ve sorduğumuz kadarıyla tek yol olan otobandan Korinthos  Kanalı'nı geçmek ve daha sonra günü uygun bir yerde sonlandırmak üzere oldukça sıcak bir havada toplam 6 saat bisiklete bindik . Gün sonunda çok güzel bir denize sahip olan bir koyda denizi kıyısında konakladık. Gün sonunda baktığımızda 110 km yol yapmış olduğumuz farkettik.

13 Temmuz 2008 Pazar

8 Temmuz 2008 Salı

Son hazırlıklarımızı yaptık ve 7:30 da tur için hazırız. İlk hedef Turgutreis. Tam 9:10'da Turgutreis’e varıp bizi 9:30'da Kos Adası'na götürecek olan teknede yerimizi ayırttık ve bu sırada bizden bisikletler için ek ücret istememeleri çok hoşumuza gitti. Serdar Kaptan bize oldukça yakınlık ve ilgi gösterdi. Bizi Kos Adası'na kadar Kaptan Köşkü’nde misafir edip ikramlarda bulundu. Kos’a indik ve Yunan polisler tarafından güleryüzlü bir "Merhaba" ile karşılandık. Kos adasında Fanos seyahat acentasından Pireus Limanı'na biletimizi aldık. Yolculuk saat 21:00 de ... Bu saate kadar Kos Adası'nda gezerek çeşitli noktalardan Türkiye’ye baktık. Seçtiğimiz bu feribot da bisikletler için ek bir ücret istemedi ve Atina'ya varış saatinin sabah 6:30 olması oldukça işimize geldi. Bir sonraki gün erkenden Patra'ya olan  yolculuğumuza başlayabilcektik. Bu ada, bisiklet sürme açısından oldukça keyif vericiydi, kendimizi hiç yalnız hissetmedik. Bütün aileler çocuklarıyla bisiklete biniyordu. Gençler bisiklet ve motorsikletten hiç inmiyordu.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Bodrum'dayız

06.07.2008 cumartesi gunu gece 11de başlangıç noktamız olan Bodrum'a ulaştık..Bugün yani pazar günü son eksiklerimizi kontrol ediyoruz..Pazartesi saat 9.30 da maceramız başlıyor Yunanistan'ın Kos adasına doğru..

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Biz..

Bugün Bilim Çocuk Dergisini ziyaret ettik.  

Biz Gidiyoruz!

7 Temmuz 2008'de yola çıkıyoruz..